Antik Kent - Pompeiopolis
Taşköprü –
2019
Cuma günü öğleye kadar köylerde kimseler
çalışmaz, bir ağacın dalı bile kesilmezdi. Yakın, uzak tüm köylerden insanlar, Cuma
günü kurulan pazara gelerek alışveriş yapmak, ürünlerini satmak, eksiklerini
almak ve diğer köylerde olan akraba ve tanıdıklarla buluşarak hasret
gideriyorlardı.
Cuma namazına kadar herkes işini görüp namazı
kıldıktan sonra tekrar köylerine dönerlerdi.
Her hafta olduğu gibi Cuma sabahı yayladaki köyden
Taşköprü ilçe merkezine inmiş, Alışverişimi tamamlamış, yapılacak işlerimi
bitirdikten sonra merkez parkta bulunan çay bahçesinde çayımı yudumlarken, bir
taraftan da tanıdık görürüm diye etrafa bakınıyordum.
Amcam, yengem ve kuzenim parka giriş yapınca,
ayağa kalkıp elimi sallayarak ‘’Amca! Amca böyle gelin’’ diye seslendim.
Onlara da birer çay söyledikten sonra başladık sohbete. Havadan sudan,
köylerden, ailelerden konuşup duruyorduk.
Her Cuma günü birbirimizi görsek bile hep
sanki uzun zamandır görüşmemişiz gibi geçerdi görüşmelerimiz.
Kuzenim ‘’Amcaoğlu işler nasıl gidiyor? Ne zaman
bitecek bu kazı çalışmaları?’’ diye sordu. Zımbıllı Tepesinde bulunan Pompeiopolis Antik
Kentin kazı çalışmalarında görevliydim. ‘’emmioğlu 2 yeni yapı
keşfedildi, Roma villası ve antik tiyatro. Artık tüm çalışmalar bu iki yapıyı
gün yüzüne çıkarmak için yoğunlaşacak.
‘’Kralın mezarı bulundu
mu?’’ diye ekledi kuzenim. ‘’henüz bulamadılar’’ dedikten sonra masamıza başka
akraba ve tanıdıkların gelmesi ile sohbetimize farklı konularda devam ettik.
Cuma ezanı okunmaya
başlayınca, parkın hemen yanında bulunan Taş Camiiye abdestimizi alarak namazı
kılmaya gittik. Rivayete göre XVII yüzyılda Kara Mustafa Paşa
tarafından yaptırılmıştır.
Cuma namazı çıkışında
karşılaştığimız akrabalar ile şakalaşmalar başladı. ‘’Emmioğlu Kuyu Kebabı
ısmarlıyormuşsun doğru mu?’’ diye takılmaya başladı kuzenim. Bende gülümseyerek
‘’Tamam ben ısmarlarım, ödemeyi de sen yaparsın emmioğlu’’ dedikten sonra
başladık hepimiz gülüşmeye.
Hep birlikte kuyu kebabı
yemek için tuttuk lokantanın yolunu. Lokanta tıklım tıklım, tam biz içeri
girerken bir masa boşaldı da zar zor oturduk masaya. Kısa süre sonra
kebablarımız geldi ve başladık afiyetle yemeye. Aman Allah’ım yok böyle bir
lezzet!
Yemekten sonra Kuş
tepesinde bulunan parkta nargile eşliğinde başladık çaylarımızı yudumlamaya. Beyaz
Altın diye anılan aroması ile yemeklerimizi lezzetlendiren, her derde deva meşhur
Sarımsak hasatı öncesi son Cuma çarşısıydı, önümüzdeki hafta sarımsak hasatı
başlayacak, tarlalarda ve ilçede hummalı bir koşuşturma ve bayram havası esmeye
başlayacaktı.
Sohbet arasında telefonum
çalmaya başladı, Antik kent kazı alanından arıyorlardı. İzinli olduğum günde
aramaları açıkcası beni biraz huzursuz etmişti. Kafamda oluşan soruları
sonlandırmak için telefonu açtım. Kazı başkanı arıyordu. ‘’kralın mezarını
bulduk hemen gel! Herkesi burada topluyoruz çabuk ol!’’
Alel acele bir telaş ile
akrabalarım ile vedalaşıp, arabama binerek kazı alanına gitmek için yola
koyuldum. Kazı alanı Gökırmak’ın diğer kıyısındaydı. ilçeye adını veren, Gökırmak
üzerinde yapılmış olan Taşköprü’den geçerek kısa sürede kazı alanına
varabildim.
Kazı alanında ilerlerken
büyük bir kalabalığın bir vinçin etrafında toplandığını gördüm. Çok fazla
koşuşturmaca ve yüksek sesli bağırışlar vardı. Kalabalığın olduğu yere
vardığımda büyük bir çukurun içerisinde lahit mezarı gördüm. 2-3 kişi
mezarı çıkarabilmek için lahitin etrafına halatları bağladıktan sonra, vinç ile
yavaşça dikkatli bir şekilde yukarı çekiliyordu. Mezarın vinç ile çıkarılması 5
yada 10 dakika sürmesine rağmen sanki saatler sürmüş gibi geliyordu. Herkesin
aklında cevapsız sorular vardı. Gerçekten kralın mezarı mıydı? Yoksa bir vali
yada herhangi bir zenginin mezarı mıydı?
Mezar çıkarılıp yere
konduktan sonra, arkeologlar incelemeye başladılar. Mezarın üzerinde garip ve
farklı semboller bulunuyordu. Üs kısımda ki mezar kapağında Roma harflerine
benzeyen bir yazı vardı.
Tam bu sırada Taşköprü
belediye başkanı yanında Kastamonu Arkeoloji Müzesinde yetkililer ile
kazı alanına geldiler. Bir arkeolog ‘’Kralın mezarı! Kralın mezarını bulduk!’’
diye sevinçle haykırdı. Bir anda kazı alanındaki herkesin yüzü gülmeye
başlamıştı. Son yıllarda yapılan en büyük keşifti.
Uzman arkeolog sembollerin
ne anlama geldiğini sırasıyla bir bir anlatıyordu. ‘’Kapakta ne yazıyor?’’ diye
sordu belediye başkanı. ‘’Pompeipolis kurucusu Romalı General Pompeius
Magnus’un mezarı! Mezar Tanrılar tarafından korunuyor! Mezar açıldığında kötü
ruh serbest kalır!’’ bu sözlerden sonra herkesin yüzünde şaşkın ve endişeli bir
ifade oluştu. Kısa bir sessizlikten sonra inceleme yapmak için mezarın hangara
çekilmesi kararlaştırıldı ve mezar bir kamyona yüklendikten sonra kazı alanının
girişinde bulunan sergi salonunun bitişiğindeki inceleme bölümüne taşındı.
Uzun uğraşlar sonucunda
nihayet mezar kapağı açılabilmişti. Mezar kapağı açıldığında ürkütücü bir ses
oluştu, hani şu korku filmlerinde katilin nefes sesi gibi korkutucu olan.. Aynı
sırada mezardan kırmızı bir duman yükselmişti. Etrafı çok ağır ve kötü bir koku
sardı. Duman ve kokudan dolayı öksürenler ve hatta dışarı çıkarak temiz nefes
almak isteyenler vede kusanlar dahi olmuştu.
Başkan ‘’Zehirli olmasın
bu gaz? Eski mezarlarda koruyucu tılsım gibi şeyler olduğu söylenir!’’
dediğinde orada bulunanların biraz daha korku ve endişelenmesine sebep
olmuştu..
Hangarın kapı ve
pencereleri açılarak içerisi havalandırılıyordu. İnsanlar hangar dışında
getirilen ayranları içmekteydi. Yaklaşık 1 saat sonra inceleme ekibi mezarın
yanına giderek yarım kalan incelemeye tekrardan başladılar.
Mezarda bir insana ait hiç
bozulmamış sırt üstü yatan bir iskelet vardı, erkek olduğu belli oluyordu. Kafasında
kralların taktığı türden rengarenk yakut, elmas, zümrüt gibi mücevherler ile
süslü, üzerinde haç işareti bulunan bir taç vardı. Üzerinde Romalıların giydiği
türden bir elbise vardı. Göğüsünün üzerinde birleştirilş olan ellerinin altında
yine mücevherler ile süslenmiş bir kılıç vardı. Baş ucunda bulunan bir kasede
suya benzer bir sıvı, boynunda sanırım sarımsaklar ile orülü bir kolye vardı. Sağ
ve sol ayak uçlarında, daha sonra anlaşılacağı üzere erik dalı ve buğday başağı
vardı.
O gün incelemeler gecenin
geç saatlerine kadar sürmüştü ve gelen giden makam araçlarının haddi hesabı
yoktu.. gecenin ilerleyen saatlerinde oradan ayrılarak eve dönmüştüm. Evdeki
herkes çoktan uyumuşlardı.
Sabah yorgunluktan dolayı
zar zor uyanmıştım, gece garip karmaşık rüyalar görmüştüm. Sanırım dün
yaşanılanlar beni etkilemişti.
Sabah telefonuma gelen
mesajda kazı alanına gelmem gerektiği yazıyordu. Hazırlanıp yola çıktım ve kazı
alanına vardığımda her yerde polis ve jandarma kaynıyordu. Bu durum hiç normal
görünmüyordu. Tüm çalışanlar bir yere toplanmış başlarında polis ve jandarma
sanki sorguya çekiliyorlardı. Bense ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum.
Kısa süre sonra Krala ait
mezarın kaybolduğunu öğrendim. Kapıda görevli olan 2 güvenlik memuru boğazlarından
kesilerek öldürülmüşlerdi ve birde arkeologlardan bir bayan görevli..
Hırsızlık ve cinayet
olduğu söyleniyordu. Kralın mezarı kayıp ve geriye kalan 3 ölü insan vardı..
1. Bölümün sonu
2. bölüm çok yakında sizlerle..
Yorumlar
Yorum Gönder